13 adanın hikayesi

Editörden
-
Aa
+
a
a
a

Dünya Mirası Adalar programını hazırlayan ve sunan dostlarımızın da yazarı olduğu, Türkiye’deki 13 adadan 13 yazarın kaleminden, kendi adalarının hikayesini anlattığı Ada Rüzgarı kitabının ikincisi raflarda.

Zihninizde nasıl bir imge oluşuyor “Ada” deyince? Bir açıklık mı, yoksa kapalılık hali mi? Sınırları olan mı, sınırsız, uçsuz bucaksız bir yer mi yoksa?

Hadi biz biraz hayallere düşe duralım, Türkiye’deki 13 adadan 13 yazarın kendi adalarını anlattığı Ada Rüzgârı kitabının ikincisi Bozcaada, Mendirek Yayınları tarafından yayımlandı.

Mustafa Dermanlı ve H. Can Yücel’in birlikte hazırladığı kitapta Kınalıada, Burgazada, Büyükada, Büyükada, Marmara adası, Avşa adası, Koyunadası, Paşalimanı adası, Ekinlik adası, Bozcaada, Gökçeada, Cunda adası ve Uzunada’ya dair yazılar yer alıyor.

Kendi adalarını kaleme alan Kaya Budak, Günay Yurdakul, Çiğdem Kayaoğlu, Derya Tolgay, Gönül İlhan, Osman Tamanoğlu, Nilay Çınar, Nihan Aydar, Alişan Şahin, Mert Gülle, Uluç Hanhan, Leyla Tilav, Gönül Karabolu’nun öyküleri; Öykü Akın LeVillain’in kapak tasarımı, Yaprak Aydın’ın düzeltileri ile herkesin kalemine sağlık.

Bu öykülerden küçük paraflarla sizi bu 13 adaya misafir olmaya davet ediyorum.

Avşa Adası.

AVŞANIN KAYA ORMANLARI: “Köpek Kayası”, “Goril Kayası” ve “Gizemli Kadın Yüzü Kayası”; her biri heykeltıraş elinden çıkmışçasına, rüzgâr, yağmur, kar,  dolu ve dalgalar tarafından işlenmiş- aşınmış, yüzlercesi doğa marifetiyle oluşturulmuştu.  Evet dostlar ben böyle hayal ettim Avşa Adası’nı… (Kaya Budak/Avşa Adası)


ADAYA DÖNEBİLMEK: Toprağın sahibi yoktur, seveni vardır. Peki, huzur ve mutluluk neresinde bu adanın? Yaptığımız işte uğraşlarımızda, yaşadığımız ilişkilerde buluruz huzuru ve mutluluğu. Heredot bile söylemiş “Tanrı Bozcaada‘yı insanlar uzun ömürlü olsun diye yaratmış.” … (Günay Yurdakul/Bozcada)

ŞEN KAL BURGAZADA, ŞEN KAL: 80’li yaşlarına gelmiş yaşlı bir ada yazlıkçısı olan arkadaşımın annesi, hayata veda etme zamanının geldiğini düşündüğü son ayında şehre dönerken, adaya tekneden uzun uzun bakmış ve “Şen kal Burgazada, şen kal” demiş. İşte Burgazada böyle bir yer… (Çiğdem Kayaoğlu/Burgazada)

ZAMANIN YAVAŞLADIĞI YERDE: Üzerinde yaşadığım Prens Adaları benim için yaşayan bir varlık, nefes alıp veren, bizim gibi. Onu düşündüğümde zihnimde sözcüklerden önce müzik çalmaya başlıyor. Johann Pachelbel’in “Canon D”si. Major etkisiyle insana en olmadık yerde neşelendiren, bize o güzelim doğayı çağrıştıran, sizi çıplak ayakla çimlerde, kumsalda koşturan, hayal kurduran, orman ve toprak kokusunu duyumsatan o güzelim müzik… (Derya Tolgay/Büyükada)

EVE GELMİŞ GİBİYİM: Beynimde sıkışıp kalan rakamlar tek tek suya atlayarak uzaklaştı ve ben unuttum muhasebeci olduğumu. Tanıdık, tanımadık insanların, benim olan hayatı şekillendirmeye niyet eden sesleri de rüzgârın peşi sıra uçup gitti. İşte o an kendimle başbaşa kaldım. Cunda’ya ilk gelişimdi. Martı yağıyordu Midilli ve İlyosta adalarına. 1980’li yıllarda oyalanıp duruyordu zaman… (Gönül İlhan/Cunda)

EKİNLİKLİ YAĞLI OSMAN: Ada insanı denizsiz yaşayamaz, bütün gün ne yaparsa yapsın akşama duşunu alır tertemiz giyinir akşam güneşine yetiştirir sofrasını, balık gibi iki cimcik bir şeyler içmeden de olmaz o sofralar. Müzeyyen söyler biz dinleriz… Bir yudum mutluluk işte, başka ne bekler ki insan hayattan, nihayetinde bir avuç toprak olmak sonumuz… (Osman Tamanoğlu/Ekinlik Adası)

SAHİ NEYDİ SEVMEME SEBEP: Burada doğup büyüyen ve terk etmek zorunda kalsa bile her Rum vatandaşı için büyülü bir vatan İmroz. Hikâyeler, gelenekler, efsaneler ve masallarla dolu. Bu zenginlik Türkiye’ye ait hikaye oluşturan mozaiğin bir parçası. Gidenlerle kalanların ortak öyküsü İmroz, yani şimdiki adıyla Gökçeada’nın tüm sokakları tarih kokuyor… (Nilay Çınar/Gökçeada)

EN GÜZEL HALİNLE KAL HEYBELİADA: Heybeliada‘da yaşamak hem masallardaki gibi dillere destan bir büyüyle güzel hem de adanın doğal ve kültürel değerlerinin gördüğü tahribata her gün tanık oldukça duyduğum endişe, üzüntü, yürek sızısıdır. Cennette cehennem kaygısıyla yaşamaktır Heybeliada(Nihan Aydar/Heybeliada)

KINALIADA: İSTANBUL’DA FİLDİŞİ KULE: Kınalıada’ya bir diğer güzellik katan yollar boyunca her adımda var olan yolları adeta örten ağaçların varlığı idi. Ormanda kekik, çam ve yol boyunca ağaçları, hanım elleri, akşam sefası, mimoza kokuları; onların güzellikleri yanında onlara kendi güzellikleriyle eşlik eden begonvil, sardunya ve benzeri gibi çiçekler… Yolları yürünür ve eşsiz güzellikte kılan bir bütün olarak bunlardı…  (Alişan Şahin/Kınalıada)

POPÜLERLİKTEN UZAK BİR ADA: İlk gelişinde sıkılan ve nasıl zaman geçireceğini bilemeyen pek çok kişi tekrar tekrar gelmek istediğine göre bu sakinliği seven yalnızca ben de değilim. Türkiye’deki hemen hemen her adaya gitmiş biri olarak söyleyebilirim ki 21 km karelik yüzölçümü ile popülerleşmemiş ve oldukça bakir kalan tek ada… (Mert Gülle/Paşalimanı Adası)

UZUNADA’NIN BİR ASIRLIK DEĞİŞİMİ: Bundan yüz sene önce, adalıların Yunanistan’a gönderildikleri dönemde, hayatlarını sıfırdan başlamak zorunda kaldılar. Oradaki örf ve adetlerini, yaşam ve düşünce tarzlarını da yanlarında götürdüler. Vatanlarından koparıldıkları andan itibaren, bu acıya rağmen, mücadeleci olup yeni bir yaşam kurmak için çok çaba sarf ettiler. Çocuklarına ve hatta torunlarına bile bu değerleri aşılamaya çalıştılar. Uzunada’nın o zamanlar adalı bir halkı varmış, bizim adada yaşadığımız dönemde ise asker aileleri vardı, şimdilerde adada sadece asker var.  Bu dönüşüm yaklaşık bir asırda gerçekleşmiş oldu… (Uluç Hanhan/Uzunada)

LEYLA TİLAV’IN KOYUNADADI ANILARI: Tilav ailesi ada havasını Altınoluk’un havasına benzetirdi. Kapıdağ Yarımadası’nın zeytinliklerle kaplı dağlarını aşıp gelen poyraz rüzgârı, denizin iyot kokusuyla harmanlanarak adara ulaşır, bol oksijenli havasıyla şehirden hasta vaziyette iki büklüm gelenleri bile iki günde kendine getirir adeta diriltirdi. Öyle ki, Adnan Bey’in ağabeyi 104 yaşındaki vefatından iki sene evveline kadar adaya gelerek çok uzun bir süre Koyunadası’nda yaşamıştı. Yanında yardımcısı olsa da evin çatı tamiratını dahi hep kendi yapardı tıpkı. Tıpkı Leyla Hanım’ın 85 yaşındayken evin son çatı tamiratını kendi yapışı gibi…  (H. Can Yücel)/Koyunadası)

GÜL KADININ DOĞA ANLAYIŞI: Sis indiğinde, gökyüzüyle denizin farkı olmadığı anda, şaşkınlıkla “biliyor musun gökyüzünde de yüzebiliyoruz” diyebiliyorum. Denizden çıkıp gökyüzüne kulaç atabilecekken doğanın renkleri belirginleşiyor. Denizde büyüyen küçük bir adalıysanız denize dalıp çıkınca problemleri bir kenara bıraktığınızı düşünebilirsiniz. Patikalarında yüzerken de keçileri, inekleri, böğürtlenleri, koca yemişleri ve isimsiz dokunuşlaryla tüm diğer var olanlarla sohbete dalıyoruz. Marmara Ada’sının doğası pek aktör arasındaki ilişki olarak canlanıyor… (Gönül Karabolu/Marmara Adası)

Tüm öyküleri okuduktan sonra, aklıma National Geographic’in  araştırmacı kaşiflerinden ve New York Times yazarı, uzun yaşam uzmanı Dan Buettner’ın dünyada insanların sağlıklı ve en uzun yaşadığı yerlerle ilgili uzun seneler araştırma yaparak hazırladığı  “Blue Zone” (Mavi bölgeler) adını verdiği çalışması geldi.  Bunların çoğu da ada idi… Ve bulguları şöyleydi;

“Dünyanın neresinde uzun yaşama rastlarsanız rastlayın buralarda hep aynı yaşam şartlarının olduğunu görürsünüz. Yürürler, bahçe işleri yaparlar, toprakla uğraşırlar, toprağı ellerler, çıplak ayakları ile toprağa basarlar, doğal yaşam sürdürürler, doğal beslenirler. Doğanın döngüsü ile yaşadıkları için stresi yönetebilirler, huzurludurlar. Aile ve sosyal bağları güçlüdür. Doğru arkadaşlara sahiptirler. Doğaya saygılı ve duyarlıdırlar.  Böylece ömürlerini kısaltacak hastalıklara yakalanmazlar.” [1]

Öykülerin daha bir çok ortak özelliğini yazabilirim, ama en önemli unsurlardan biri, bu küçük adalarda; adalardan gidenler, gitmeye zorlananlar, yerine yerleştirilenler olsa da hafızanın, ekosistemin, yavaş ve sağlıklı yaşamın halen korunuyor olması. Hafıza mekanları ise hayatımızı, bizleri var eden en önemli yerler. Mekanlar üzerinden hatırlayabiliyoruz.  Geçmişi hatırlayabilirsek, bugünü anlayıp yorumlayabilir ve geleceği sağlıklı planlayabiliriz. Bu hatırlamayı, bu hafızayı kayda almamızı sağlayan Mustafa Dermanlı’ya bu vesile ile bin şükran.

Bu yazı ilk kez Yeşil Gazete'de yayınlanmıştır.